Keşke

Burak Altın
2 min readMar 1, 2019

Avustralya’da yaşamaya başlamadan önce 1 kere Mısır’a ve bir kere de orta Avrupa turuna çıkmıştık eşimle. O gezilerde otomatikman Türkiye ile bu ülkeleri karşılaştırmaya başlıyor insan. Ama bir ülkede turist olmak ile orada yaşamak arasında ciddi farklar var. Turist orada kalıcı olmayacağını bildiğinden heralde sorunlar gözüne batmaz. Ama yaşarken öyle mi…

İnsan yeni şeylere adapte olmak konusunda dünyadaki diğer canlılardan çok daha başarılı ve bu yüzden de şu an dünyadaki her şeyi etkileme gücüne sahip. Biz de Avustralya’ya yeni ayak basmış göçmenler olarak buraya hemen alıştık.

Karşıdan karşıya geçerken arabaların otomatikman durmasına alıştık, tanımadığın insanların gülerek günaydın demesine alıştık, her yerin yeşil olmasına, ağaçlara, çiçeklere alıştık, gök yüzünün maviliğine, sık sık yağan yağmura ve toprak kokusuna alıştık, kuşların cıvıltısına alıştık, her yerde karşımıza çıkan papağanlara, bisiklete binen, her fırsatta spor yapan insanlara alıştık. Kuzu pirzolanın ve benzinin ucuzluğuna, araba almanın kolaylığına alıştık. İnsanların birbiriyle ilgilenmemesine, özgürlüğe alıştık.

Tüm bunlara alışırken kendi ülkemizde olsa nasıl olurdu hayalleri kurmaya başladık. Ama olmuyor ve olacak gibi de görünmüyor. Hayata her zaman olumlu tarafından bakan ben bile bu konuda umut yeşertemiyorum içimde. Sanırım bizim topraklar, burada medeniyet denilen şeye alışık değil. Burada insanların birbirine mesafeli duruşu bize göre değil mesela. Bizde çok normal sayılabilecek “Kaç para maaş alıyorsun?”, “Neden çocuk yapmıyorsunuz?” …vb soruları burada sorsan insanlar ağzı açık bakar sana buna nasıl cüret edersin diye. Yere tükürmek benim hiç anlayamadığım bir durumdu Türkiye’de burada kimseyi görmedim daha yere tüküren. Hem duyduğumuz “adamlar pis kardeşim, taharet musluğu bile yok” argümanı da çok komik çünkü burada leş gibi ter kokan insanların sayısı çok ama çok az. Evlere ayakkabı ile giriyor çoğu insan ama dışarıda tozdan başka kir yok. Bunları onları savunmak için söylemiyorum. Sonuçta eve ayakkabı ile girmiyorum. Ancak gerçekten burada yaşamadan bu konuda fikir sahibi olanları da anlayamıyorum.

Burada tarih bizdeki gibi köklü değil. Her yerde bahsettikleri Anzac gazileri, 100 yıl önce çanakkalede verdikleri şehitler. Ama zannedersin ki Allah Allah şanlı bir tarih her yerde. Bütün parklarda şehit anıtları, heykeller. 50 yıldan eski evler koruma altında falan. Biz de 500 yıllık cami duvarına büfe açanlar, kaçak kat çıkanlar, tabela asanlar. Elimizdekilerin değerini hiç bilmiyoruz. Baktın mı Sydney ile İstanbul birbirine çok benzeyen iki şehir. Ama ben buradaki yeşilliğin 1/10'unu bile görmedim istanbulda -ki Sarıyer, Bahçeköy gibi nispeten yeşil bir semtlerde yaşıyordum-. Hayvanlar ve ağaçlar insanlar kadar önemli. Kendi evinin bahçesindeki blue gum tree denilen ağacı belediyeden izin almadan kesemezsin misal. Yada çatında yaşayan possum’a zarar veremezsin.

Bizdeki bu şans bu adamlara verilse İstanbul’u öyle bir parlatırlardı ki orası dünyanın turizm merkezi olurdu. Biz bu bakımsız, yeşilsiz haliyle bile bir dolu turist çekebiliyorken. Buradaki mantaliteyi ülkemize taşıyabilsek kimbilir nasıl bir yer olurdu Türkiye.

Bu kaçan fırsatları gördükçe içim parçalanıyor canım ülkem için ve keşke diyorum keşke… içimden asla bu noktalara gelemeyeceğimizi bilerek.

Originally published at http://www.burakaltin.com on March 1, 2019.

--

--